Merhabalar, yakın arkadaşlarımın haberdar olduğu üzere yakın zamanda AIESEC ile yurt dışında staj yapma kararı almış bulunmaktayım. Bu konuda ailemin ve konuyla ilgilenen arkadaşların kafalarındaki soru işaretlerini kaldırmak ve gelecekte benimle aynı yoldan gidecek insanların işlerini biraz olsun kolaylaştırabilmek amacıyla bu yazıyı kaleme aldım.
Aslında AIESEC in kendi eğitimi bu konuda yetersiz değil. İlgilendiğiniz takdirde başvurduğunuz şubenin staj sorumluları size bu konuda yardımcı olmak için can atıyor olacaklardır. Her sene stajyerlerin katıldığı kongreler ve şube toplantıları düzenleniyor. Stajyerlere çeşitli eğitimler veriliyor. Fakat ben kendi başvuru sürecimde konuyla alakalı internet üzerinden bilgi bulmakta zorlanmadım desem yalan olur. Bu nedenle aslında her AIESEC şubesinden edinebileceğiniz temel bilgileri kendi kişisel tecrübelerimi de katarak sizlerle paylaşacağım.
Öncelikle bunun samimiyetle yazılmış bir yazı olduğunu belirtmek isterim. İnternet'teki kaynaklarda özellikle sözlük platformlarında yanlış yönlendirmelerle karşı karşıya kalınması mümkün olabiliyor. Bunları AIESEC'de eğlence anlayışının (Enjoying The Partitipation - Katılımdan zevk alma ) son derece sağlam olmasının yan etkisi olarak yorumluyorum. Söz konusu entryler aslında tehdit oluşturmakta çünkü insanlar bu kuruma güvenerek yurt dışına çıkıyorlar. Bu noktada bunun bir sorumluluk olduğu düşüncesindeyim.
1948 yılından bu yana faaliyetlerini sürdüren AIESEC kendini politika dışı, kar amacı gütmeyen, yenilikçi, din, dil, ırk ayrımı gözetmeyen ve tamamen gönüllü üniversite öğrencileri tarafından yönetilen "Dünya'nın En Büyük Öğrenci ve Değişim Organizasyonu" olarak tanımlıyor. Dünyada 110 ülkede, Türkiye'de 12 ilde hem dernek ve ticari işletme statüsünde faaliyet göstermekte. Üyelik tamamen ücretsiz. Kısa bir eğitim sürecinden sonra organizasyonda aktif görevler alabiliyorsunuz.
Staj seçeneği olarak iki farklı alternatif var:
GCDP (Global Community Development Program) - Gelişim Stajı
Bu programla dünyanın herhangi bir yerinde gönüllü olarak sosyal sorumluluk projelerinde yer alıyorsunuz.
Gönüllülük ruhuyla yapılan bir şey ve mesleki ağırlığı yok denilebilir. Daha çok topluma pozitif bir etkide bulunmak, dilini geliştirmek, farklı bir kültürü tanımak ve kişisel gelişimine katkıda bulunmak isteyen üniversite öğrencilerine hitap ediyor.
GIP (Global Internship Program) - Kurumsal Staj
"Uluslararası Staj Değişim Programı" sayesinde 1,5 ay ile 1,5 yıl arasında değişen sürelerle 110 AIESEC ülkesindeki herhangi bir firmada tam zamanlı ve maaşlı staj yapabiliyorsunuz. Her üniversite öğrencisi GIP'ye gidemiyor. Bölümünüze göre bir kısıtlama mevcut. Örneğin istatistik bölümü öğrencisi gidemezken endüstri mühendisliği öğrencisi gidebiliyor.
Süreci özetleyecek olursak öncelikle sınav ücreti yatırıyorsunuz. Yazılı sınav ve sözlü mülakat a giriyorsunuz. Birinden birini geçemediğiniz takdirde sınav ücretiniz yanıyor. Yazılı sınav biraz zor. İngilizce'nize güvenmeniz lazım. AIESEC'in internet üzerinden yürütülen kariyer.net benzeri bir sistemi var: myaiesec.net
---------------------------------------------------------------
Formunuz işleme konduğunda sistemde adınıza bir profil oluşturuluyor. AIESEC şubelerinin sosyal sorumluluk projeleri ve şirketlerin iş tanımlarının yer aldığı formlarda bu sistemde bulunmakta. Sisteme kendi bilgisayarınızdan giriş yapabilir başvurularınızı kendiniz takip edebilirsiniz. Hatta etseniz daha iyi olur :)
---------------------------------------------------------------
Sınavları geçtiğiniz takdirde formunuzu doldurarak sisteme girmeye hak kazanmış oluyorsunuz. Formunuzu sisteme girmek için yine belirli bir ücret ödüyorsunuz. Formunuz sistemde bir yıla kadar kalabiliyor. Sistem üzerinden eşlendiğiniz takdirde Skype programıyla internet üzerinden sözlü mülakat gerçekleştiriliyor. Bu mülakatı da geçtiğiniz takdirde size yurt dışı kapısı aralanmış oluyor. AIESEC şubeleri sizi hava alanından alıyor barınma şehre adapte olma sosyal ortam gibi ihtiyaçlarınızı karşılıyor. Şubenin kültürüne bağlı olarak size hoş geldin partisi yapabilir veya bir takım ekstra ihtiyaçlarınızı hiçbir şey talep etmeden karşılayabilirler. AIESEC ismi vize ve pasaport işlemleri sırasında kolaylık sağlayabiliyor. Onun haricinde uçak biletiniz yine size ait. Yani toplamda sınava giriş ücreti + form sisteme giriş ücreti + uçak biletini ödemiş oldunuz.
---------------------------------------------------------------
Her ülkeye gidebilir miyim? Sorusu birçok stajyer adayının kafasını kurcalıyor. Ben kendimce bir açıklık getirmeye çalışayım. Daha öncede belirttiğim gibi eşlemeler tamamen internet üzerinden yapılıyor. Formunuz ve CV’niz ne kadar kuvvetli ise imkânınız o kadar geniş olur.
Durca(n)..
7 Mayıs 2012 Pazartesi
5 Mayıs 2012 Cumartesi
Çay tazeleyen biri görüldüğünde oluşan fondip yapma isteği
ayağa kalkan kişi çaydanlığı eline aldığı anda masada bir telaş başlar.. herkes elindeki çayın seviyesini kontrol eder.. eğer bardağın yarısından az ise "hüüüppp" diye fondip yapar ve hemen uzatır bardağını ayaktakine.. eğer yarısından fazla ise kararsız kalır, bir sonraki partiye kadar beklemeyi tercih edebilir.. eğer ortamda bir anne ya da anaç bir insan yoksa (yani kısaca ortamdaki herkes erkekse) işte o zaman durum tam bir strateji savaşına döner..
çayı hem soğutmadan tadını çıkara çıkara içip hem de en az bir kaç kişiden sonra bitirip bir sonraki kurban olmamak için değişik taktikler uygulanır..çayın dibine ulaşınca çay ağıza götürülür ama sadece ufak bir fırt alınır ve o bardağın dibindeki 2 gram çay bir türlü bitmek bilmez..
bu tarz taktikleri elbette herkes bilmez, zaten bu taktiği bilmeyen adam bir süre sonra "mına koyyim hep bana denk geliyor bu çay doldurma olayı allah allah?!" filan der içinden..
çayı tazeleyen sizseniz, büyük çabalarla sıcak çayı bitirmeye çalışan insana "hadi çabuk iç, hadi lan bitir artık, elim yandı, yoruldum" tarzı laflarla o arkadaşınızın acil durum yönetimi ve karakterine ilişkin büyük ipuçları edinmenizi sağlarsınız. yarımdan biraz az sıcak çay kalmış bardak vakalarında ihtimaller şöyle:
senaryo 1: kişinin eli ayağı birbirine girer ve yarım kalmış sıcak çayı kendine eziyet çektirerek küçük yudumlarla kısa sürede bitirmeye çalışır. muhtemelen saf ve iyi niyetlidir fakat acil durumlarda sağlıklı düşünememekle birlikte iyi niyetinden dolayı kendisine zarar veriyordur.
senaryo 2: kişi çayı bitirmeye yeltenir ama bakar ki olacak gibi değil, üstüne koymanızı rica eder. çay tazeleme durumlarındaki en zarif kriz yönetimi budur. hem sizin kalkmanızı boşa gidermez, hem de kendisini zor duruma sokmaz. sizin o sırada onu sürekli sıkıştırdığınız göz önünde bulundurulursa bu çok büyük soğukkanlılıkla uygulanan ve etkili bir acil durum çözümüdür. takdir edilesi bir zeka kıvraklığı :)
senaryo 3: kişi, çay baktı bitecek gibi değil, üstüne bile koydurmaz çünkü çayı daha tam bitmemiştir ve keyfini bozacak değildir. eğer sonradan kalkıp kendisinin koyabilecek durumu varsa ve kalkıp koyuyorsa pek ala. fakat lojistik olarak sıkıntılı bir mekandaysanız(balkon vb.) ve çaylar tazelendikten sonra yeniden isteyecekse bu davranış hem zeka yoksunu bir aklın ürünü, hem de rahat düşkünlüğünün, vurdumduymazlığın son noktasıdı. olası başka bir kriz yönetimi senaryosunda bencilliğinden dolayı etrafındakilerin işlerini çok kolay bok edebilir.
gece gece çay da uyku kaçırıyormuş..
çayı hem soğutmadan tadını çıkara çıkara içip hem de en az bir kaç kişiden sonra bitirip bir sonraki kurban olmamak için değişik taktikler uygulanır..çayın dibine ulaşınca çay ağıza götürülür ama sadece ufak bir fırt alınır ve o bardağın dibindeki 2 gram çay bir türlü bitmek bilmez..
bu tarz taktikleri elbette herkes bilmez, zaten bu taktiği bilmeyen adam bir süre sonra "mına koyyim hep bana denk geliyor bu çay doldurma olayı allah allah?!" filan der içinden..
çayı tazeleyen sizseniz, büyük çabalarla sıcak çayı bitirmeye çalışan insana "hadi çabuk iç, hadi lan bitir artık, elim yandı, yoruldum" tarzı laflarla o arkadaşınızın acil durum yönetimi ve karakterine ilişkin büyük ipuçları edinmenizi sağlarsınız. yarımdan biraz az sıcak çay kalmış bardak vakalarında ihtimaller şöyle:
senaryo 1: kişinin eli ayağı birbirine girer ve yarım kalmış sıcak çayı kendine eziyet çektirerek küçük yudumlarla kısa sürede bitirmeye çalışır. muhtemelen saf ve iyi niyetlidir fakat acil durumlarda sağlıklı düşünememekle birlikte iyi niyetinden dolayı kendisine zarar veriyordur.
senaryo 2: kişi çayı bitirmeye yeltenir ama bakar ki olacak gibi değil, üstüne koymanızı rica eder. çay tazeleme durumlarındaki en zarif kriz yönetimi budur. hem sizin kalkmanızı boşa gidermez, hem de kendisini zor duruma sokmaz. sizin o sırada onu sürekli sıkıştırdığınız göz önünde bulundurulursa bu çok büyük soğukkanlılıkla uygulanan ve etkili bir acil durum çözümüdür. takdir edilesi bir zeka kıvraklığı :)
senaryo 3: kişi, çay baktı bitecek gibi değil, üstüne bile koydurmaz çünkü çayı daha tam bitmemiştir ve keyfini bozacak değildir. eğer sonradan kalkıp kendisinin koyabilecek durumu varsa ve kalkıp koyuyorsa pek ala. fakat lojistik olarak sıkıntılı bir mekandaysanız(balkon vb.) ve çaylar tazelendikten sonra yeniden isteyecekse bu davranış hem zeka yoksunu bir aklın ürünü, hem de rahat düşkünlüğünün, vurdumduymazlığın son noktasıdı. olası başka bir kriz yönetimi senaryosunda bencilliğinden dolayı etrafındakilerin işlerini çok kolay bok edebilir.
gece gece çay da uyku kaçırıyormuş..
30 Nisan 2012 Pazartesi
Büyük Ev Ablukada Ne Lan?
yıllarımı verdim lan ben bu işe (off biliyorum sorunlu bir giriş oldu.) daha 11-12 yaşındayken yabancı rock gruplarının kasetlerini çektirmek için kilometrelerce yol yapardım. sony walkman'le şarkı dinleyip kurşun kalemle kaset sardım lan ben :.( ilk gitarımı müzik öğretmenim Kadir Büyükünsal (onu da burdan analım) sayesinde aldım, onu boyadım, vernikledim, tel takmayı bile kendim öğrendim. youtube daha yeni kurulurken guns n'roses klipleri arattım, yarım saatte inen o 5 dakikalık klipleri büyük bir heyecanla izledim. hiçbir grubu ve şarkıcıyı üstün körü dinlemedim arkadaş; yoksa bana ne ulan james hetfield'ın 1.85 boyunda olduğundan, elvis aeron presley'in doğumda ölen ikizinden bana ne, axl rose'un gerçek isminin william bailey olduğundan ve üvey babası tarafından tacize uğradığından bana ne ulan! seattle çıkışlı grunge gruplarından, l.a. çıkışlı glam gruplarından, punk döneminin rock'ın geneli üzerindeki etkisinden, led zeppelin'in metale etkisinden, sid vicious'un kız arkadaşını öldürüp öldürmediğinden vs bana ne! ama işte öğrendik tüm bunları; merak ettik, ciddiye aldık, sevdik ve o gruplarla yakınlık kurduk.
şarkıları kulağımızla çıkardık arkadaş, bu yüzden walkman ne kadar pil yiyordu haberin var mı? saygı duyduk iyi müziğe de iyi müzisyene de. sikko prova stüdyolarında ömrümüzü heba ettik lan. "alternatif rock" çalalım diyen denyolarla mücadele etmekle geçti bizim ömrümüz.
sonra bugünlere geldik. nesi var lan bugünlerin dediğini duyar gibiyim.
ba-na ko-yu-yor ar-ka-daş;
- büyük ev abluka'da gibi grupların popüler olması, salonları doldurması, sahnede cıvık cıvık şakalar yapması,
- hatunların bu tür gruplara sempatiyle bakması, hiçbir şey anlatmayan şarkılarının bir şey anlattığının sanılması,
- "orçun'un konserine gidelim yav" diyen insanların olması,
- müzik dinlemek için değil, dizi karakterini yakından görmek için konserlerine gidiliyor olması,
- anlamadıkları şeylere büyük anlamlar yükleyen zeka özürlü büyük bir kitle olması,
... vs vs
ba-na ko-yu-yor ar-ka-daş.
kimse "kıskanmayın ibneler" falan da demesin; ulan ben kıskanacak olsam, elvis'i, jim morrison'u, queen'i, erkin koray'ı, silüetler'i, cem karaca'yı, barış manço'yu, redd'i, duman'ı, ... kıskanırım. hanginiz gelip "abi erkin koray konseri var gidelim mi" dedi de ben; "ya bırak o da müzisyen mi" dedim. ama sen bana gelip can bonomo'nun muhteşemliğinden, büyük ev ablukada'nın harikalığından bahsediyorsun. olmuyor arkadaş benim midem kaldırmıyor, yukarıda da bahsettim; ben müziği gönülden sevdim, her zaman da ciddiye aldım. sevgiler.
28 Nisan 2012 Cumartesi
Erkek Barbie
bu barbie bebeklerin erkek olanları, amerika'nın türk erkeklerine attığı en büyük kazıklardan biridir. uzun araştırmalardan sonra adlarının paul ve ken olduğu saptanmış bu iki (afedersiniz ama) lavuk sarı saçlı mavi gözlü ve siyah saçlı siyah gözlü olmak üzere iki halde, taş gibi bir vücutla ve bilimum giysiyle, arabayla, sörf tahtasıyla satılmaktadır. lavuk olmalarının nedeni ise her ne kadar orjinalleri 15 cm boyunda ve plastik olsa da bilinçaltına bir ideal erkek imgesi yerleştirmeleridir. çocukken paul ile ken ile zaman geçiren, sörf tahtalarını ayaklarındaki yuvarlak boşluklara oturtup o sahil benim şu sahil senin dalgaların üzerinde kah düşüren kah kaldıran, cicili bicili elbiseler giydiren, onları pek lüks kırmızı spor arabanın sol koltuğuna oturtup barbieyi de sağ koltuğa oturtan zihniyet elbet murat 131'e binmek istemeyecek, elbet mesirelik alanlarda piknik yapmayı reddedecektir. hatta öyle ki bir çocuğun gelişimi için son derece mühim bir oyun olan doktorculuk oynamayı bile engellemektedir bunlar. zira, "haydi doktorculuk" oynayalım dendiğinde bir elindeki paul'e bir de karşısındaki osman'a bakan şahsın cevabı elbette olumsuz olacaktır...
restoran, cafe ve barlardaki "ile" olayı
bir akşam yemeği, bir akşamüstü kahvesi, bir brunch ya da bir öğle yemeği
için gastronomik aktivitelerde bulunulabilecek, restoran, cafe, bar
kılıklı bir yere gidilip garsonun "siparişinizi alabilir miyim" anına
kadar göz atılan listede karşılaşılabilecek bir şey bu..
soğuk başlangıçlar:
peynir tabağı, domates ve fesleğen ile.
domatesli mozzarella, balsemik ile.
avokadolu karides, tarhun ile.
çorbalar:
domates çorbası, rendelenmiş kaşar peyniri ile. (herkes böyle yazıyor biz de öyle diyelim himmet ağğbi, ama bundan başka ne ile olur, bilemedim)
mercimek çorbası, yanında bir dilim sıkılmaya hazır limon ile. (himmet ağğbi biz işkembeci değiliz ya, yapma allasen, bak çok güzel olcak yeminle)
salatalar:
sezar salatası, zeytinyağı ve limon sos ile. (himmet ağğbi tamam aklıma yaratıcı bir şey gelince ekliycem bi dur ya)
şefin salatası, taze sıkılmış portakal suyu ile.
ara sıcaklar:
paçanga böreği, soya sosu ile.
ana yemekler:
beşamel soslu bademli tavuk, marine edilmiş julyen sebzeler ile. (himmet ağğbi neden bunu tavuk, beşamel sos, badem, marine edilmiş julyen sebzeler ve aşçının selamıyla diye yazmamışlar ki ne dersin?)
pekin ördeği, portakal ile.
tatlılar:
çikolatalı parfe, hindistan cevizi ile.
chocolate mud pie, çikolatalı sos ile. (yuh be himmet ağbi, böyle demesek)
kahveler:
irish coffee, baileys ile. (yok canım satır atladın herhalde himmet ağğbi, beyliyzle ayriş kafe olur mu hiç?)
kolombian supreme, turkish delight ile.
alternatif ifadelerin bayağılık, sıradanlık katsayısının yüksek oluşu, bu hareketin ardındaki rasyoneli doğrular niteliktedir.
düşününüz mesela, "domatesli patlıcanlı fettucine" ifadesi evde iki dakikada yapılabilecek bir yemeği çağrıştırabilir.
ya da "sosili mantarlı börek" kulağa kıymalı pide gibi gelecektir.
restoranların, barların kendilerini özel bir yer olarak pazarlamaları gerekir, köşedeki kebapçıdan ya da Melahat Hanım'ın mutfağından öte bir yer şeklinde algılanmaları gerekir. eh, menü denilen kağıt parçası da bu dışavurumun en hayati parçalarındandır. sadece menüsü bir tasarım harikası olduğu için belirli restoranları/cafeleri tercih eden tüketicilerimiz mevcuttur, bu tiplere de bu söylemlerle ulaşmak yakışacaktır.
soğuk başlangıçlar:
peynir tabağı, domates ve fesleğen ile.
domatesli mozzarella, balsemik ile.
avokadolu karides, tarhun ile.
çorbalar:
domates çorbası, rendelenmiş kaşar peyniri ile. (herkes böyle yazıyor biz de öyle diyelim himmet ağğbi, ama bundan başka ne ile olur, bilemedim)
mercimek çorbası, yanında bir dilim sıkılmaya hazır limon ile. (himmet ağğbi biz işkembeci değiliz ya, yapma allasen, bak çok güzel olcak yeminle)
salatalar:
sezar salatası, zeytinyağı ve limon sos ile. (himmet ağğbi tamam aklıma yaratıcı bir şey gelince ekliycem bi dur ya)
şefin salatası, taze sıkılmış portakal suyu ile.
ara sıcaklar:
paçanga böreği, soya sosu ile.
ana yemekler:
beşamel soslu bademli tavuk, marine edilmiş julyen sebzeler ile. (himmet ağğbi neden bunu tavuk, beşamel sos, badem, marine edilmiş julyen sebzeler ve aşçının selamıyla diye yazmamışlar ki ne dersin?)
pekin ördeği, portakal ile.
tatlılar:
çikolatalı parfe, hindistan cevizi ile.
chocolate mud pie, çikolatalı sos ile. (yuh be himmet ağbi, böyle demesek)
kahveler:
irish coffee, baileys ile. (yok canım satır atladın herhalde himmet ağğbi, beyliyzle ayriş kafe olur mu hiç?)
kolombian supreme, turkish delight ile.
alternatif ifadelerin bayağılık, sıradanlık katsayısının yüksek oluşu, bu hareketin ardındaki rasyoneli doğrular niteliktedir.
düşününüz mesela, "domatesli patlıcanlı fettucine" ifadesi evde iki dakikada yapılabilecek bir yemeği çağrıştırabilir.
ya da "sosili mantarlı börek" kulağa kıymalı pide gibi gelecektir.
restoranların, barların kendilerini özel bir yer olarak pazarlamaları gerekir, köşedeki kebapçıdan ya da Melahat Hanım'ın mutfağından öte bir yer şeklinde algılanmaları gerekir. eh, menü denilen kağıt parçası da bu dışavurumun en hayati parçalarındandır. sadece menüsü bir tasarım harikası olduğu için belirli restoranları/cafeleri tercih eden tüketicilerimiz mevcuttur, bu tiplere de bu söylemlerle ulaşmak yakışacaktır.
26 Nisan 2012 Perşembe
Bir yerde telefonu masaya koymak
yurdumuzda bazı er kişiler ve hanım kızlarımız tarafından yapılan olay
dedikten sonra er kişiler açısından olayı şu şekilde irdeleyebiliriz.
cep telefonu ve cüzdan biz erkekler tarafından default olarak "göt cebi" tabir edilen cepte taşınır. cepler doluyken bu şekilde oturmak, hem nazik popolarımıza hem de telefon ve cüzdanlarımıza zarar vermektedir. hanım kızlarımız gibi her daim çanta taşımadığımıza göre ne yapmamızı tavsiye edersiniz a dostlar ? ben şahsen yanımdaki sandalye boşsa oraya koyuyorum öncelikli olarak, ama doluysa yapacak bi şey yok.
sigara ve araba anahtarı için bi şey diyemeyeceğim. sigara kullanmıyorum, ferrari'min anahtarını ise ön cebimde taşıyorum.
cep telefonu ve cüzdan biz erkekler tarafından default olarak "göt cebi" tabir edilen cepte taşınır. cepler doluyken bu şekilde oturmak, hem nazik popolarımıza hem de telefon ve cüzdanlarımıza zarar vermektedir. hanım kızlarımız gibi her daim çanta taşımadığımıza göre ne yapmamızı tavsiye edersiniz a dostlar ? ben şahsen yanımdaki sandalye boşsa oraya koyuyorum öncelikli olarak, ama doluysa yapacak bi şey yok.
sigara ve araba anahtarı için bi şey diyemeyeceğim. sigara kullanmıyorum, ferrari'min anahtarını ise ön cebimde taşıyorum.
19 Nisan 2012 Perşembe
Yoğurtlu iskenderi asilzade gibi yemeye çalışmak..
dünyanin en trajik görüntülerinden ikincisi.. birincisi findik lahmacunu
çin yemegi cubuklariyla (chopstick sanırım) yemeye cabalamak -ki
sahit olmadim allahtan-..
yarebbim bi catali sol elle tutmalar, sag elle bicakla eti kesmeler, ekmegi kesmeler, yogurdu bicakla alip sol eldeki catalda takili ete sivamalar.. lan yedigin iskender lan, oturdugun yer de bilmemne antep hacibey durmusogullari kebap salonu.. hepimiz biz bizeyiz; oturdugun ahsap sandalyede zaman tünelinden gecip burshire dükü ve ogullari aristokratcilik a.ş.'ye baglamanin ne alemi var.
valla önünü almazsak yirmi yil sonra moda falan olur, görgü kurali falan olur, bi agiz tadiyla iskender yiyemeyiz ingiliz gibi kiritacagiz diye, o yüzden kücükken döverim, moda degilken döverim. agaci yasken eger onunla döverim.
rahat ol rahat, kizdirma beni.. acisiz salgam da icilmez, acisiz salgam mi olur? etsiz cig köfte mi olur?
yarebbim bi catali sol elle tutmalar, sag elle bicakla eti kesmeler, ekmegi kesmeler, yogurdu bicakla alip sol eldeki catalda takili ete sivamalar.. lan yedigin iskender lan, oturdugun yer de bilmemne antep hacibey durmusogullari kebap salonu.. hepimiz biz bizeyiz; oturdugun ahsap sandalyede zaman tünelinden gecip burshire dükü ve ogullari aristokratcilik a.ş.'ye baglamanin ne alemi var.
valla önünü almazsak yirmi yil sonra moda falan olur, görgü kurali falan olur, bi agiz tadiyla iskender yiyemeyiz ingiliz gibi kiritacagiz diye, o yüzden kücükken döverim, moda degilken döverim. agaci yasken eger onunla döverim.
rahat ol rahat, kizdirma beni.. acisiz salgam da icilmez, acisiz salgam mi olur? etsiz cig köfte mi olur?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)